15 Kasım 2012 Perşembe

Zavallı mı? Kesinlikle değil. Hem ben boş boş gülmüyorum. Ne demek yani "Gerçekten mi?". Niye yalan söyleyeyim ki anlamadım. Hayır, yalan söylemiyorum. Gerçekleri söyleyebilecek olmam bir zavallılık değildir. Söylediğim gerçekleri söylememin zavallı olduğunu söylemiyorsun, zaten zavallı olduğum gerçeğini söylediğimi söylüyorsun öyle mi? Hayır, sadece sen, içinden geçenleri gerçekten söyleyenlerin ancak kaybedecek hiçbir şeyi olmayan zavallılar olabileceğini düşünüyorsun. Oysa ki benim kaybettiğimden çok çok daha fazla kaybedecek şeyim var hala. Ve sadece daha fazla kaybolmamak için kaybettiğim gerçekleri söylüyorum ben. Hayır, boş boş değil, sadece bir sebebi olmadan gülüyorum.

Yukarıya çıktığımda pencere kenarına oturmuş, kitabı önüne açık, dışarıyı izliyordu. Yol boyunca süren gerilimden sonra benim dışımda bir şeylere konsantre olmuş olması beni rahatlatmıştı. Bardağın yanından damlayan kahve damlasını bir dil darbesiyle kurtarma telaşım koltuğa gereğinden sert temas etmeme neden oldu. Koltuk çirkin bir sesle 1-2 santim geriye giderken, sesten rahatsız olmuş bir ifadeyle bana döndü, baktı. Kitapta kaldığı yeri en başta bulamamış olacak ki sağdaki sayfanın üzerinde biraz göz gezdirdikten sonra bir önceki seferde bir sayfa eksik okuduğu için, önünde uzanan yüzlerce sayfaya bir tane daha eklenmiş olmasının sıkıntısıyla soldaki sayfaya geçti. Kitap okumak hiçbir zaman kitabı bitirmek kadar zevkli olmamıştır. Hiç bitmesin istediğiniz kitaplar olabilir ama hiç bitmeyeceğini bildiğiniz halde okumaya devam edeceğiniz bir kitap olamaz, olsa bile kitabı okurken keyif alamazsınız. O da kitabı bir an önce bitirerek yeni bir kitaba başlamak istiyordu normal olarak. Kahveden bir yudum aldım. Saçma ama, çocukların yapamayacağı bir şeyi, kahve içme işini yapıyor olmak birden kendimi çok olgun hissettirdi. Küçüklüğümde annemin kahve fincanını tutuşunu, o kahve fincanının üzerindeki mat renkli şekiller sanki içindeki şeye gerçek tadını veriyormuş gibi kahveden içmekten çok o fincanı baş ve işaret parmağımla tutarak dudağıma götürmeyi isteyişimi düşündüm. "Çocuklar kahve içmez"di işte.Çocukluğum çok uzak değildi oysa ki. En iyi anlaştığım çocukluk arkadaşım karşımda oturuyordu. Çocukken her gece ama her gece birlikte odamda müzik dinlerdik, aşkımızı da derdimizi de odada birlikte paylaşırdık, kitaplarımızı birlikte okur, sinemaya hep birlikte giderdik. Geceleri uyumadan önce henüz uykuya dalamamış dostumun gözlerine bakıp, "Bu yalnızlık benim" diye iç geçirirdim. Sonra Yeni Türkü'nün yeşil bantlı, kapağını çoktan kaybettiğim albümünü koyar hızla sararak Semai şarkısını açar, uyumadan önce yalnızlığıma son bir kez sarılıp dinler ve şarkının bitişinde müziğin yerini alan cırcır böceklerinin sesiyle gözlerimi kapatırdım.

Kendime geldiğimde yüzüme bakıyordu eski arkadaşım. Benim sırıtan ifademin aksine yüzünde bu sefer hiç gülümseme yoktu. Belli ki kendi kendime gülmemin artık bir şakaya girmeyeceğini ve bunun ciddi olduğunu düşünüyordu. Derin nefes alırken kafasını önce sol yukarıya sonra sağ aşağıya, çenesiyle bir yarım daire çizer gibi hareket ettirdi. Kimse derin nefes alırken hareket etmemelidir. "Sen benim ne olduğumu düşünüyorsun ya?" dedim kimsenin duyamayacağı fısıltılı ve sinirli bir sesle. Çenesini son bıraktığı sağ aşağıdan hareket ettirmeden gözlerini hafif kaldırarak bana baktı. "Zavallı mı?" dedim.



Hiç yorum yok: