14 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Cumartesi günü öğleden sonrasının en güneşli bir kaç saatini uyuyarak geçirmekti, hayatımın yaşadığım dönemi. O gün öğlen saat 3'te uyandığımda hissettiğim pişmanlığı ilk kez 30'uma değdiğimde tüm gençliğimi düşünerek hissetmeliydim. Erken gelen hisler hep abartılı olur. Şimdi bütün o abartılı titizliğiyle karşımda duruyordu, benden biraz önce uyanmış ve bir gömlek ütülemişti. Cumartesi öğleden sonrası için asla tercih edemeyeceğim şey bütün hafta boyunca zaten giymek zorunda olduğum gömleklerden birini giymekti. Ütülü gömleği ve pantolonunu üzerine geçirdiğinde kendini şık bir adam zannedecek kadar komik bir yüz ifadesiyle aynaya baktı. Dışarı çıkma zamanı geldiği belliydi.

Yolda yürümeye başladığımızda, yüzünde bir zafer edası vardı. Ben her yoldan geçen insanoğluna baktığımda yüzündeki gülümsemeye biraz alay katılıyor ve bana yan gözle hafif bakışlar atıyordu. Karşıdan gelenlerin yüzlerine bakarak ne hissettiklerini ne düşündüklerini anlamaya çalışmam eğlendirmişti onu belli ki. Önümüzde, kavga ettikleri her hallerinden belli olan bir çiftten 21 yaşlarındaki genç kadın bir adım önde yürümeye dikkat ediyordu. Suçlu olmanın suçluluğunu yaşayan erkek ise, eninde sonunda yiyeceği "biraz acele etsene neden, geride kalıyorsun" fırçasını yemeden önce, hareketlerini ne kadar yavaşlatabilirse aralarındaki gerilimin o kadar yumuşayacağını zannediyordu. Bu kavganın galibini sadece yürüyüşün hızı belirleyecekti artık ve önde hızla yürüyen kızın yavaşlayığ, dün gece toplumsal baskının verdiği rahatsızlığa rağmen sevişmiş olmanın verdiği huzurla ve gevşemişlikle bütün gece koynunda uyuduğu bu genç adamın elini tutarak, bu tartışmadan kazanacağı avantajlardan vazgeçmeye hiç niyeti yok gibiydi. Bunları düşünürken, kafamı çevirip yanımda yürüyen o pis herifin suratına bakmadım bu sefer, baksaydım bana asla öğrenemeyeceğim bu kavganın sebebini asla öğrenemeyeceğimi anlatacaktı, biliyordum. Zaten bildiğim ve beni rahatsız eden şeyi ondan tekrar duymaya hiç de ihtiyacım yoktu. Karşıdan gelen "güzel" bütün dikkatimi dağıttı. İlk soru her zaman "Acaba onu tanıyor muyum?"dur, ikinci soru ise her zaman "Ben şimdi bu güzeli neden tanımıyorum?"dur. Hayır tanımıyordum ve tanımayacaktım, tanımam için de hiçbir gerekli sebep yoktu. Aynı yönü bile paylaşmıyorduk, paylaştığımız tek şey üzerinde yürüdüğümüz kaldırımdı. Güzel yanımdan geçinceye kadar kahverengi dalgın gözlerine baktım, sanırım yanımdan geçerken de istemsizce biraz kafamı çevirdim. Acaba beni veya yanımdaki adamı hiç fark etmiş miydi? Yanımda yürümeye devam eden yanlızlığa baktığımda başını aşağı doğru indirmiş, dudak kenarlarını yanak kaslarının izin verdiği sınırlarda kulaklarına doğru çekmiş ve evden çıkmadan hemen önce fırçaladığı dişlerini olabildiğince ortaya çıkarmıştı. Belli ki yanımda kendisinin yerine henüz arkamda gözden kaybolmamış olduğunu tahmin ettiğim güzelin yürümesini istememi çok imkansız bir hayal olduğunu düşünüyordu. Dalga geçmenin bile bir adabı vardır, üstüme gülerken kafasını sanki yaptığın şeyden çok utanırmış da bunu gizlermiş, sanki gözlerimin içine bakarak gülecek olsa ben acıdan kıvranırmışım gibi dalga geçemez benimle. Aklımdan arkamdaki güzele yetişip, "Bak şu ileride bekleyen kareli gömlekli yanlızlığım, biraz önce sana(size) aşık olma isteğim yüzünden benimle en onur kırıcı şekilde dalga geçti. Beni yanına alırsan bütün sevgimle seninle yürüyeceğim, yüzün sadece bir an daha gülsün diye bir gün boyunca başka hiçbir şey yapmadan seni nasıl mutlu edebileceğimi sanki hayatımın gerçek anlamı bunu düşünmekmiş gibi düşüneceğim ve yapacağım da. Çok mutlu olacaksın, çok. Eğer beni yanına almazsan bütün onurumu ayaklar altına alıp tekrar yanlızlığımın yanına döneceğim. Ne dersin?" diye sormayı geçirdim. Yapmadım. Hayır deseydi onursuz olmak zorunda kalırdım. Cevabı alındığında onuru zedeleyecek olan sorular sorulmazsa insanın onuru çok daha güvende oluyor.

Kahve içeceğimiz yere geldiğimizde, o önden gidip oturacak yer bulma heyecanını gizlemezken ben kahve sırasına girdim. Saat 4'tü ve benim içimde ilk kez 40 yaşında hissetmem gereken bir vazgeçmişlik vardı. Nasıl olsa kendime oturacak bir yer bulurdum...

Hiç yorum yok: