20 Ağustos 2007 Pazartesi

O duygunun adını koyabilen var mı? Bence bir isim verilmeli....

"İstediğim hiçbir şeyi elde edemedim. Ne sevdiğim kişi benim yanımda, ne de ben olmak istediğim şehirde olacağım. İki ihtimal var: Ya ben bunların hiçbirini haketmiyorum yada bunları elde edemeyecek kadar beceriksizim." Sanırım karşılaştığım en zor problemlerden bir tanesi bu....

Çok değer verdiğim bir arkadaşın, bunaltıcı bir pazar akşamı, seyhan gölünün üzerine vuran ışıklarla havanın aydınlanabildiği bir saatte, sessiz ve yalnız bir tepenin üstünden, manzaraya karşı bira içerken, kurduğu bu cümleler yüzünden, başıma giren garip ağrı, aynı gecenin yarısında beni deli etmeye başladı. Aklımda başaramadığım şeyler....

Ben ulaşamadığım hedeflerim için hiç bu kadar kesin bir yargı sunamadım. Yani iki şıklı bir soru haline gelmedi benim başarısızlıklarım. "Haketmiyorum" ilahi havası olan bir kelime, tanrı inancı gibi. Hakettiğini düşünemezsin, hakkettiğine inanırsın. "Ben mutlu olmayı hakediyor muyum?" sorusunu soracak kişi kesinlikle kendisine önce "Kadere inanıyor muyum?" sorusunu sormalıdır. Çünkü eğer kadere inanmıyorsa bu sorunun cevabını asla bulamaz. Sadece bir saniye ayır ve kendine sor "şu anda sahip olduğum şeyleri hakediyor muyum?". Ancak kendine sorduğun bu tip bir soru haketmekle kader arasındaki bağı gösterebilir...

Sanırım anlatamadım. "Haketmek" beni aşan bir kavrammış. Kabul etmek lazım...

Peki ikinci ihtimal, o sanki daha mı kolay, "Beceriksizlik". "Beceri nasıl kazanılır veya nedir?" soruları ilgimi çekmiyor. Aslında soru değil, şu an sadece bir çözüm istiyorum. O yüzden ne yazık ki basit mantıklar yürüteceğim. Şöyle ki, eğer iki aylık bir bebek, kitap okuyamıyorsa, beceriksizdir. Başka bir deyişle, kitap okuma becerisi gelişmemiştir. insan, her "Ben bunu beceremem" dediği anda yeni bir eksikliğini keşfetmiş, ve bir sonraki sefer için deneyim ve beceri kazanmış demektir. Her insan temelde beceriksizdir ve beceri yaşadıklarınla kazanılır. Yani cevap beceriksizlik olamaz, eğer olsaydı teorik olarak elimizde hiçbir şey olmazdı...

Peki cevap ne, deli olacağım, beceriksizlik mi, yoksa hakketmemiş olması mı, ikisi birden mi veya hiçbiri mi, hiçbiri ise asıl cevap ne...

İnsan bir şeyi o kadar çok ister ki, bunu anlatamaz, sadece hissedebilir. Peki her şeyden çok istediği şeyin asla onu olamayacığını anladığı an yaşadığı duygunun bir ismi var mı? Kendini suçladığı, hayatı suçladığı, tanrıyı suçladığı, üzüldüğü, korktuğu, umudunu kaybedemediği, her şeyi göze aldığı, "artık ne olursa olsun" dediği, ağlaycak olduğu o anın bir ismi olmalı. Kendisine yoksa ben "o"nu haketmiyor muyum diye sorarken kalbinin ağırdığı, yoksa ben "o"nun yanında olamayacak kadar beceriksiz miyim derken gözlerinin dolduğu anın ismi nedir...

En çok istediklerime ulaşamadım, ya haketmedim, yada onlara ulaşmayı beceremedim... Adını bile koyamadığım bu iğrenç duyguyu iliklerimde hissederek birazdan gecenin karanlığına karanlığına dalacağım... İçimdeki ses her saniye aynı soruları soruyor, "ne hakediyorsun çağlaryalı, ne başarabilirsin?"

Yalvarıyorum, birisi bir isim söylesin...

5 Ağustos 2007 Pazar

Güzellikler... Aklımda ama yanımda değil. Peki nerde?

Timur, "Bire bir savaşta geçerli olan ne varsa, toplu savaşta da geçerlidir. Ozan nice yüreğiyle konuşur, yiğit de öyle yüreğiyle vuruşur. Ama liderin yiğitliği savaşın kazanılmasıdır. Bir de yürekle kazanılan savaşlar vardır ki, en geçerlisidir." der. İki kişilik savaşı anlar gibiyim. Topyekün savaşın liderliği de anlaşılır. Peki tek kişilik savaş...

Ya insanın savaşması gereken kişi kendisi olursa, o zaman ne yapmalı. Yiğit, savaşmaktan kaçmaz, savaştığı kişi kendisi olsa ve her halükarda yenilecek olsa bile. Kim kendine karşı yüreğiyle savaşabilecek kadar cesurdur ki?

Hayatımı etkileyen kavramlardan bir tanesi, "öteki" kavramıdır. Senin kafanda bir çağlaryalı var, bu yazıyı okurken düşünüyorsun onu, biçimlendiriyorsun, tanımlıyorsun. kafandaki kişi "öteki" oluyor ve hiç bir zaman gerçek çağlaryalı olamıyor. Basit açıklama böyle diyelim. Genel soru "insan öteki midir, yani diğer insanların kafasında canlandırdıkları kişilerin toplamı mıdır, yoksa kendisi midir?". Bu soru hakkında uzun zamadır düşünmeme rağmen, cevabını yazmakla uğraşacak değilim. Benim derdim başka. Soru ,yada sorun diyelim, şu ki, "Ya insan kendi içinde, kendisi için bir öteki yaratırsa?"

Genelde uzun süre kendine dışarıdan bakmaya çalıştığında gerçekleşen bir durum sanırım bu. Sonuç bir kısır döngü. Kendi içinde bir sen varsın ve o sen değilsin. Sanırım yeterince açık değil. Bir çeşit ,bilinçli bir şekilde, olduğun şeyleri yadsıyıp, olmadığın bir şey olduğuna kanaat getirmek diyelim. Anlattığım tanıma uyabilmesi için bir ayrıntı gerekli. Örneğin, kendisinin akıllı olduğuna inanan bir aptal bu sınıfa girmez, bahsettiğim kendisini aptal zanneden akıllı biri. Yani gerçekleri yadsımaktan bahsediyorum.

Ne dediğimi biliyor muyum acaba?

"Kendi ötekisi" kişinin olduğunu zannettiği kişi. Bir çok şeyin gizli nedeni belki. Eğer bir insanın "Kendi ötekisi" kendisiyle alakasızsa, işte o zaman o kişi çok tehlikeli olur. İkiye ayrılır burda da, eğer kendisinden yukarıda bir "Kendi ötekisi" yaratırsa etrafı için, eğer kendinden daha aşağıda bir "kendi ötekisi" yaratırsa kendisi için çok tehlikelidir. "Aşağı kendi ötekisi" sanırım hastalığıma koyduğum teşhisin bir ismi.

Şimdi savaşmalıyım, içimdekiyle savaşmalıyım. Bütün yüreğim ve cesaretimle, dengeyi kurmak için çaba sarfetmeliyim. Yoksa günden güne çürüyeceğim. Aynı şu an içimin acıdığı, kalbimin sıkıştığı gibi. Eğer çağlaryada yaşamak istiyorsam, olduğum şey olmalıyım. Bütün yüreğim ve cesaretimle savaşmalıyım.

Nerde mi? Yanımda değil, ama aklımda... Bütün güzellikler...