30 Ekim 2007 Salı

Yol almak, durmamak, yürümek, ilerlememek...

Bir yolculuktayım. Bu beni özel yapmaz, çünkü herkes yolculukta. Ama beni ilgilendiren benim yolculuğumdur, diğerleri sadece gözlenip, örnek alınacak küçük duraklar. Hiçbir durakta durmayan bir belediye otobüsü kadar anlamsızdır, diğer insanları önemsemeyen kişiler. Evet, yolculuktadırlar, ama ne bişey alarak ne de bişeyler vererek, boş bir otobüs gibi. Ben anlamsızlığa katlanamam.

Ve yol alıyorum... Yol almaktan kastım, günlerin geçmesi. Benden o kadar bağımsız ve ben buna o kadar mecburum ki. Beş yaşımdaki halimle, bu günkü halimin temelde aynı olsa da, aslında bambaşka olması. Bir geçmişimin ve bir geleceğimin olması. Aynen kalkış ve varış saatleri belli bir otobüs gibi. Tek farkım belki de, duraklarımı ve yönümü kendim seçmem. Ya o da olmasaydı....

Ve durmuyorum hiç... Sürekli bir şeyler yapıyorum. Çok aktif bir hayatım olduğu değil bahsettiğim ki zaten yok; nefes almak kadar basit ve rutin bir olayı da "şey"den saymıyorum. Bahsettiğim en düşük nokta düşünmek sanırım. Vucudumun en az iş yaptığı anda bile düşünüyorum. Tabi benimle beraber bütün insanlar da, yine ellerinde olmadan... Ama bir istisna:"takılmak". geçmişe, belkide bir durağa, belki bir "şey"e takılmak ve orada kalmak. insanı durdurabilecek tek şey. durmamak lazım...

Ve yürümek... İşte bu bir seçimdir. Bazıları yürür, bazılarıysa yürümez, bu kadar basittir. Yürümekle anlatmaya çalıştığım önce sağ sonra sol ayağı ileri atmak suretiyle yapılan hareket değil. Hani duraklardan kalkarken otobüsün muavini şöföre bağırır ya "devam et kaptan" diye.
İşte öyle bir yürümek. Başka duraklara, başka yolculara... Peki ya ben, ben yürüyor muyum?
Yürümeye çalışıyorum, yürümeliyim, bilmiyorum nedenini ama yürümeliyim. Daha gidecek yolum var benim, yürümeliyim, ne olursa olsun, durmadan...

İlerlememek... Hiç bir koşu bandında zaman geçirdiniz mi? Başlarsınız, yürürsünüz, hatta belki koşarsınız ve yorulduğunuzda olduğunuz yerde banttan inersiniz. Garip aslında hayatın başladığı yerde bitmesi gibi. Bir hiçde başlayıp, bir hiçlikte biten hayat. Ve ilerlemek için çırpınan insanlar, nereye? Üniversitedeyim, yeni şeyler öğreniyorum, yeni hayatlar, insanlar tanıyorum. Ama ilerlemiyorum. Hep aynı yerdeyim. İlerlemeyeceksen, yürümek neye yarar?

İlerlememek, ama yürümek, sırf durmamak için, mecburen yol almak....

13 Ekim 2007 Cumartesi

8 Ekim 2007 Pazartesi

Karar vermek, o kadar yoğun ki, sanki her an...

İçimden hayat tesadüfler toplamıdır, her bir kararımız hayatımızı etkiler gibi geyikler geçmedi değil. Ama bahsettiğim karar vermenin dramatik etkileri, veya geçmiş ve geleceği değil, kendisi. Karar verme işi, daha doğrusu karar verme durumu.

Çok basit aslında bir çok kez herhangi bir restoranın menüsünden yiyeceğimiz yemeğe karar vermişizdir. Eğer canın bir mantı isterse ve gidip bir ev yemekleri restoranında bol sarmısaklı bir mantı yersen, bu pek de karar vermek olmaz sanırım. Eğer oturduğun yerde mantı ve kıymalı makarna varsa ve sen mantı yemeye karar verirsen, işte bu ilgi çekicidir. Çünkü bence kıymalı makarna yememek için hiçbir neden yoktur, veya mantı yemek için. İkisini de yemek istiyorsundur ama karar vermen gerekir ve dayanaksız bir karar verilir.

Aslında varmaya çalıştığım yer de çok basit "Her kararın arkasında mantıklı bir neden yoktur veya olmak zorunda değildir." İşte burda olayın en can alıcı kavramı devreye girer "amaç". Sadece amaçlara yönelik "mantıklı" kararlar verilebilir. Şöyle ki, amaç doymaksa sadece bir yemek almaya "mantıklı" karar verirsin, seçtiğin yemek sadece amaca hizmet eder bir seçim değildir.

Kafa karıştırıcı, ama yinede "neden" veya "nasıl" sorusuna cevap veremediğimiz sorular için açıklayıcı bir anlatım. Hani şu cevabı "ya öylesine, canım istedi işte" denilen sorulara. Peki bir kararlar bütünü olan hayatta nelerin mantıklı nelerin mantıksız seçildiğini nasıl anlayabiliriz?

Sanırım amaçlar bize yol gösterecektir. Bir filmden hatırlıyorum, bir çok filmden hatırlıyorum, oyuncu "Yola çıktım ve ayaklarım beni sana getirdi" der. Eğer dediğine gerçekten inanırsak, ortada mantıklı bir karar verme yoktur, ama dışarıdan bakan biri işin içindeki mantığı görüp yola çıkmaktaki asıl amacın, karşı kişinin yanına varmak olduğunu kavrayabilir. Çok basit gibi görünebilir ama insanların bilinçle yapmadığı şeylerin göstergesidir, yani içgüdüsel olarak insanda var olan ve insanın farkında olmadığı şeylerin tamamına tekabül eder.

Çok çok küçüklüğümden bir soru ve zor bir tane, belki gecelerce uyumadan üstüne düşünmüşümdür. Soru şu ki:"İnsanlar neden vardır?". Bu soru yukarıda anlattığım küçük bir resmin, gerçeği gibi. İnsanlar bin yıllardır yaşamış ve bu güne gelmişlerdir. Neden? Bizi burada tutan nedir?

Hayat bir kararlar bütünüdür, mantıklı ve mantıksız yani yeni koyduğumuz adla bilinçli ve bilinçsiz. İnsan sever ve bunda mantık veya bilinç aranmaz. İşte buradaki ince nokta. Benim inancıma göre bir şeyin mantığı olmaya bilir, ama olan herşeyde bir bilinç vardır. İnsandışı bir bilinç?...

Zamanın hep tek taraflı ilerlemeyeceğini bir matematik dersinde öğrendim, mantık dersinde. Neydi o "sadece ve sadece" iki taraflı önerme yani "<=>". Bazen amaçlar sonucu belirlemez, sonuçlar amaçların kesin kanıtlarıdır. "Bu sonuçlara sadece bu amaçlarla ulaşılabilinir." cümlesi, kurulması mantıklı bir cümledir.

Peki gerçekten neden insanlar vardır? Etrafa bakının, büyük ihtimalle bir binanın içindesiniz veya etrafınızda bir bina var, çok küçük görünüyor ama devasal şeyler, belki bir dolap vardır, ve içinde eşyalarınız, belki yatacak yumuşak bir yatak, paketlerin içinde hazırlanmış yiyecek şeyler, elektrik vardır, ve bilgisayar, en önemlilerinden biri de internet, etrafınızdaki her şeye teker teker bakın... Bunlar insanlığın sonuçları olduğu kadar aynı zamanda amaçlarıdır. İnsanlık dünyayı bu hale getirmek için vardır. Bu bir inanç değil, sadece yürütülmüş bir mantık. Çünkü bu sonuçlara ancak bu amaçlarla ulaşılabilinir....

Her an, amaca o kadar yakın ki, gittikçe daha yoğun, kararlar vermek....ve son,sonuç....