22 Eylül 2009 Salı

Kucağımda kuzenim yarım saat kadar bağırarak ağladı... Çocuk işte...

Aslında herşey güzeldi. Gittik ailece yemek yedik, hem de adana'nın en güzel kebapçılarından birinde. Oyun parkına inmek istedi ama yağmur yağıyordu. Yine de götürdüm oraya kadar, gösterdim her yerin ıslak olduğunu ama ikna edemedim. Neyseki tanımadığım bir kişi kendi oğlunu ikna etmeye çalışıyordu. Bana inanmasa da yabancı bir kadının sözüne inanmamasının bir anlamı yoktu. O da kabullendi, ıslak salıncakta sallanamayacağını veya ıslak kaydıraktan kayamayacağını. Mantıklıydı çünkü...

Daha sadece yedi yaşında ama bir taraftan da tam yedi yaşında. Bilemem normalin ne olduğunu ama bu küçük kuzenimden yarım saat içinde çok şey öğrendim. Belki de öğrenmedim ama kendime bişeyleri ıspat ettim, kızı sesi kısılana kadar ağlatmak pahasına. Ama bu savaşı kaybedemezdim.

Önde amcam ve yengem, arkada ben, kardeşim, amcamın oğlu ve o vardı.
Israrla kardeşimin kucağına oturmak istedi ama kardeşim onu taşıyacak kadar güçlü değildi. Benim kucağıma gelmesi gerekiyordu. İşte herşey böyle başladı. kucağıma aldım ve bağırmaya başladı, "Seni istemiyorum, onu istiyorum" diye. Ağlarken her cümlesinin sonunu isteklerini belirterek bitiriyordu. İstekleri anne ve babası için birer emirdi ama benim için sadece bir çocuğun çırpınışları. Basit bir güç savaşı olacağını zannederken, yanıldığımı anladım. Bu kız birşeyi elde etmenin bütün yollarını biliyordu. En güçlü kozlarından birini sürdü "canım acıyor" diye bağırıyordu. Bir anne ve babanın bu lafa dayanması zordur ve ben çok tedirgindim bir anda bütün güç ona geçmek üzereydi; ama umduğu gibi olmadı. Ellerimi belinden söktüm ve canın yanmıor dedim. Kabul etmekten başka çaresi yoktu ama o daha zekiydi. Canının acıdığı yalanını, kullanılmış ve artık işe yaramayacak bir koz gibi geçiştirdi. Önümüzde daha yarım saatlik yol vardı ve herkesin başı şimdiden gürültüden ağırmıştı...

Yarım saat boyunca bitip tükenene kadar ağladı. Ona sürekli ağlayarak her istediğini yaptıramayacağını söylüyordum. Daha çok ağlaması için kızıştırıyordum. Eve ulaştığımızda ben kazanmıştım. Zaferimizi abisi ben ve kardeşim zıplayarak ve yol ortasında bağırarak kutladık... Bana nefretle bakıyordu çünkü ben güçlüydüm ve o kendi annesinden ve babasından güçlü olsa bile benden daha güçsüzdü. Akşam evlerindeyken bi kaç kere daha ağlattım... Üstüne gülüyordum...

Beni uzun süre affetmez zannettim ama o sadece bir çocuktu. Bir kaç saat boyunca beni evden kovmaya çalıştıktan sonra gelip gidecek miyim kalacak mıyım diye sordu. Gidebileceğimi söyledim ama o kalmam için ısrar ediyordu. Yanağımdan bir kere öperse kalacağımı söyledim ve tereddütsüz yaptı. Bu kadar kolay mıydı yarım saat çığlıklar attığını unutmak diye geçirdim aklımdan.

Çok basit bir olaydı belki ama güç konusunda bana verilmiş önemli bir dersti. Çünkü ona "hayatta her istediğin olmaz" klişe dersini vermeye çalışırken, ben hayatın her istediğimizi vermemeyi nasıl becerdiği konusunda çok ciddi bir eğitim almıştım... Elde edemediğim tüm şeyler, isteyip de sahip olamadığım bütün mutluluklar geldi gözümün önüne ve hayata küstüğüm "git evimizden" dediğim anlar. Sonra bir çocuk gibi, olan herşeyi unutuşum ve hayata "bu gece burda kal" diyerek verdiğim küçük rüşvetler...

Her sabah uyanırken mutlu her gece uyurken mutsuz oluşum, biriktirdiğim ve ödemeye hazır olduğum rüşvetlerim ve elde edemeyecek olduğum şeyleri bilmenin derin acısı... Hepinize iyi geceler. Bekle beni sabah mutluluğu, geliyorum...

karşımda gökyüzü yarım saat boyunca bağırarak ağladı... hayat işte...

Hiç yorum yok: